YeniAnayasa

YeniAnayasa

29 Nisan 2015 Çarşamba

‘ABD haydut devlet, Avrupa aşırı ırkçı’ Noam Chomsky 7 Aralık 1928 tarihinde ABD’nin Philadelphia kentinde dünyaya geldi

Chomsky: ‘ABD haydut devlet, Avrupa aşırı ırkçı’ | euronews, Küresel Tartışmalar



 Noam Chomsky 7 Aralık 1928 tarihinde ABD’nin Philadelphia kentinde dünyaya geldi





 Massachusetts Teknoloji Enstitüsü’nde (MIT) çalışmaya 1955 yılında başladı




O entelektüel dünyanın süper starı, üretken bir yazar ve kendini
anarşist olarak ilan eden bir kişi, 86 yaş onu hiç yavaşlatmış
görünmüyor. Hala kendi ateş hattı olan Batı’da adaletsizliğe karşı
ağzına geleni söylüyor. Onunla, Noam Chomsky ile tanışmak üzre Amerika
Birleşik Devletleri’ne geldim ve Massachusetts Institute of
Technology’deki (MIT) ofisinde bir araya geldik. Karşınızda Global Conversation’daki konuğum.




Bizimle olduğunuz için çok teşekkürler. 2015 yılında dünya huzursuz
bir yer gibi gözüküyor. Fakat büyük resme bakarsak oyunun genel durumu
hakkında iyimser misiniz, kötümser mi?




Noam Chomsky: Küresel sahnede görüntü: Hayatta kalma
şansını azaltacak keskin bir uçurumdan düşmek yolunda kararlı bir
şekilde ilerliyoruz.




Bu uçurum nedir?

Aslında iki tane var. Birincisi çevresel felaket ve bizim
onunla başa çıkmak için yeterli zamanımız yok ve yanlış yöne doğru
gidiyoruz. Diğeri ise 70 yıldan bir süredir devam ediyor, gittikçe
yükselen nükleer savaş tehdidi. Kayıtlara bakarsanız hayatta kalmamız
bir mucize.




Çevresel konulara bakalım. İzleyicilerimizden sosyal medyadan
sorularını göndermelerini istedik. Çok sayıda soru var. Enoa Agoli’den
şu soruyu aldık, çevre konusuna baktığınızda ve bir filozof bakış
açısıyla, iklim değişikliği hakkında ne düşünüyorsunuz?

İnsan türü yaklaşık 100 bin yıl yaşında ve şu anda
tarihteki çok ender anlardan biriyle karşı karşıya. Bu tür çok yakında
karar vereceği bir noktada. Belki önümüzdeki bir kaç jenerasyon ya zeki
yaşam denilen deneylerine devam edecek veya onu yok etmeli miyiz yönünde
karar verme durumunda. Demek istediğim bilim insanları ezici bir
çoğunlukla kabul ediyor ki eğer torunlarımıza umut dolu bir yarın
bırakmak istiyorsak fosil yakıtlarımızın çoğunluğunu toprak altında
bırakmalıyız. Ama bizim toplumsal kurumlarımız her damlasını damıtmak
için baskı yapıyor. Bunun etkileri, insanların neden olduğu sonuçların
iklim değişikliğine etkileri çok uzak olmayan bir gelecekte felakete
neden olacak ve biz bu uçuruma doğru yarışıyoruz.




Nükleer savaş açısından İran konusunda bir ön anlaşmaya varıldığını
görüyoruz. Bu dünyanın potansiyel olarak daha güvenli bir yer
olabileceği yönünde size bir umut ışığı veriyor mu?

“Ben İran ile müzakerelerden yanayım ama derinden kusurlu
olduğunu düşünüyorum. Ortadoğu da azgınlık yapan, şiddetini taşıyan,
terör eylemleri gerçekleştiren, sürekli yasadışı eylemler yürüten iki
devlet var. İkisi de büyük nükleer silahlı devletler ve nükleer
silahları var. Ve onların nükleer silahları kaile alınmıyor.”




Ve kimi tam olarak kastediyorsunuz?

“Amerika Birleşik Devletleri ve İsrail.
Dünyanın ana nükleer devletleri. Demek istediğim Uluslararası
araştırmaların neden Amerikan araştırma kurumları tarafından
yapıldığının nedeni var. Birleşik Devletler ezici bir farkla dünyadaki
en büyük tehdit olarak kabul edilir. Başka bir ülke yanına bile
yaklaşamaz. İşin ilginci Amerikan medyası bunu yayınlamayı reddetti. Ama
böyle gitmez.”




“Amerikan Başkanı Obama’yı itibarlı bulmuyorsunuz. Fakat bu anlaşma
sizi biraz daha iyi yönünden düşündürmüyor mu? Nükleer savaş tehdidini
azaltmak için çalışıyor olması?”

“Aslında çalışmıyor. O, daha yeni ABD’nin
nükleer silah sisteminin modernizasyonu için 1 trilyon Dolarlık bir
programı başlattı. Bu yüzden Nükleer Bilim Adamlarının Bülteni
tarafından oluşturulan ünlü Kıyamet Günü Saati bir kaç hafta önce gece
yarısına iki dakika kalaya yaklaştırıldı. Gece yarısı bir son. Şimdi üç
dakikada. Büyük bir savaş korkusunun yaşandığı Regan döneminin başından
bu yana yani son 20 yıldan bu yana en yakını.”




“İran açısından ABD ve İsrail’e
değindiniz. İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu açıkça İran ile nükleer
anlaşmanın hayata geçmesini istemiyor. Ve şunu diyor…

Bu ilginç, neden olduğunu ona sormalıyız.



Neden?

“Neden olduğunu biliyoruz. İran’ın bölgenin standartlarıyla
karşılaştırdığınızda bile düşük askeri harcamaları var. Birleşik
Devletler orada dursun. İran’ın stratejik doktrini savunma. Bir
saldırıyı, diplomasinin başlatılabilmesine kadar durdurmak için dizayn
edilmiştir. Amerika Birleşik Devletleri ve İsrail, iki haydut devlet, bu
caydırıcılığa tahammül etmek istemiyor. Beyniyle düşünen hiçbir
strateji uzmanı İran’ın nükleer silah kullanacağını tahayyül edemez..
Buna hazırlanmış bile olsa, ülkeleri buharlaşacak. Ne düşünürseniz
düşünün yönetimdeki din adamları bile her şeyin yok olduğunu görmek
istemez.”




Bu konu hakkında bir soru daha sosyal medyadan, Morten A. Andersen’dan geliyor. İlk etapta ABD’nin İsrail’e tehlike oluşturabilecek bir anlaşmaya ulaşacağına inanıyor musunuz?

“Amerika Birleşik Devletleri İsrail’e tehlike oluşturacak
çok ciddi sürekli eylemler gerçekleştirmekte. Bunu İsrail politikasını
destekleme adı altında yapıyor. Son 40 yılda İsrail için en büyük
tehlike kendi politikaları oldu. 40 yıl önceye giderseniz, 1970’lere
İsrail dünyada en çok saygı duyulan ve beğenilen ülkelerden biriydi. Çok
olumlu tutumları vardı. Şimdi ise dünyada en az sevilen ve korkulan
ülkelerden biri. 70’lerin başında İsrail bir karar verdi. Bir
seçenekleri vardı ve onlar güvenliği genişletmede karar verdiler ve bu
tehlikeli sonuçları beraberinde getirdi. Benim ve tabii başka kişilerin
yazdığı gibi eğer güvenliği genişletmek isterseniz bu iç dejenerasyonu,
öfkeyi, muhalefeti, izolasyonu ve muhtemel nihai yıkımı beraberinde
getirir. Ve bu politikaları destekleyerek Amerika Birleşik Devletleri
İsrail’in karşı karşı kaldığı tehditlere katkı sunmaktadır.”




“Bu beni terörizm konusuna getiriyor. Çünkü bu küresel bir yıkım ve
bence sizi de içine alırsak bir çok kişi bunu Amerika’nın dünya
çevresindeki terör politikasının geri yansıması olarak görüyor. ABD ve müttefikleri dünyada gördüğümüz terör saldırılarından ne kadar sorumlu?”

“Bugüne kadarki dünyanın en kötü terörist harekatını
hatırla, bu Washington tarafından yönetildi. Bu küresel suikast
kampanyası. Bu ölçekte bir terörist kampanya var olmamıştır.




“Küresel suikast kampanyası derken?”

İHA (İnsansız Hava Aracı) kampanyası. Bu tam olarak olan
şey. Amerika Birleşik Devletleri dünyanın büyük bölümünde sistematik
olarak, halka açık olarak, bu söylediklerimle ilgili gizli hiçbir şey yok , hepimiz biliyoruz
Amerikan hükümetine bir gün zarar verebilir şüphesiyle kişilere düzenli
suikast operasyonları yapıyor. Bahsettiğiniz gibi gerçekten de bu terör
yaratıyor. Yemen’de bir köyü bombaladığınız ve belki eğilimli belki
değil bir kişiyi öldürdüğünüz zaman, yaşanan yere komşu diğer insanların
nasıl tepki vereceğini düşünüyorsunuz? İntikam alacaklar.”




 “ABD’nin bir terörist devlet olduğunu söylediğiniz peki o zaman Avrupa bu resmin neresinde?”



“Bu gerçekten ilginç bir soru. Örnek olarak yeni yapılmış
bir çalışma var. Sanırım Açık Toplum Enstitüsü tarafından yapıldı. En
kötü işkence metodu yasa dışı nakiller. Bu şu anlama geliyor. Bir kişiyi
herhangi bir şeyden “şüpheli” buluyorsunuz ve en favori diktatörünüze
gönderiyorsunuz. Belki Esad, Kaddafi veya Mübarek’e belki bir şey çıkar
diye işkence için gönderiyorsunuz. Bu “olağandışı” bir yargısız infaz.
Çalışma buna katılan ülkelere yoğunlaşıyor. Açık olarak Ortadoğu
diktatörlükleri çünkü buralara işkenceye gönderiliyorlar ve Avrupa. Bir
çok Avrupa ülkesi buna katılıyor. İngiltere, İsveç ve diğer ülkeler.
Aslında buna kimsenin katılmadığı dünyada sadece bir bölge var: Latin
Amerika. İlk olarak Latin Amerika giderek ABD
yönetimi kontrolünden çıkıyor. Birleşik Devletler tarafından kontrol
edildiği dönemde ki bu çok zaman önce değil, Latin Amerika dünyanın
işkence merkeziydi. Şimdi işkencenin en kötü formu olan yasadışı
nakillere katılmıyorlar. Avrupa katıldı. Usta kükrerse, hizmetçilerin
dizlerinin bağı çözülür.”




Yani Avrupa, Amerika Birleşik Devletleri’nin hizmetçisi mi?

“Kesinlikle. Bağımsız bir posizyon almak için çok korkaklar.”



“Vladimir Putin bu resmin neresinde? Güvenlik açısından en büyük tehdidin resmini yaptı. Değil mi?”

“Bir çok lider gibi o da kendi halkı için bir tehdit. Belli
ki yasadışı eylemlere karışmış. Fakat onu beyin hasarı veya Alzheimer’ı
olan bir canavar olarak ve sıçan yüzlü şeytani bir yaratık olarak
resmetmek Orwell fanatizminin standardıdır. Şunu demek istiyorum,
politikalarıyla ilgili ne düşünürseniz düşünün bunlar anlaşılabilir.
Ukrayna’nın Batı ile askeri ittifaka katılabilmesi hiçbir Rus lider
tarafından kabul edilebilir bir şey değildir. Bunun tarihi Sovyetler
Birliği’nin dağıldığı 1990’lara dayanır. O zaman NATO ne olacak diye bir soru vardı. Gorbaçov Almanya’nın birleşmesine ve NATO’ya katılmasına izin verdi. Bu, alınacak şeye karşı dikkat çekici bir taviz oldu. Karşılığında ise NATO sınırlarını Doğu’da bir santim bile ilerletmeyecekti. Bu o zaman kullanılan cümleydi.”




Yani Rusya provoke edildi?

“Ne oldu? NATO anında Doğu Almanya’ya girdi. Ve sonra Clinton geldi ve NATO’nun
haklarını Rusya sınırlarına kadar genişletti. Şimdi yeni Ukrayna
hükümeti, -halk ayaklanması sonrası devrilen yönetimin yerine kurulan
hükümet parlamentoda 300’e karşı 8 veya öyle bir şeyle NATO’ya katılımı oyladı.”




“Fakat neden NATO’ya katılmak istediklerini anlayabilirsiniz. Petro Porşenko hükümeti büyük olasılıkla bunu ülkenin korunması olarak gördü?”

“Hayır, hayır, hayır, hayır. Bu koruma değil. Kırım
ayaklanma sonrası ellerinden alındı. Doğru mu? Ve bu Ukrayna’yı korumak
değil. Esas nokta şu, bu Rusya açısından stratejik bir tehdit. Buna
herhangi bir Rus liderin tepki vermesi gerekiyordu. Bu iyi
anlaşılmadır.”




“Avrupa’daki duruma bakarsak başka ilginç fenomenler yer alıyor.
Yunanistan’ın Syriza hükümeti ile Doğu’ya kaydığını görüyoruz.
İspanya’da da Podemos’un güçlendiğini görüyoruz. Aynı zamanda
Macaristan’da da. Avrupa’nın gömleğini çıkartıp Rusya’nın çıkarlarıyla
daha hizaya geleceği yönünde bir potansiyel görüyor musunuz?

“Neler olduğuna bakalım. Macaristan tamamıyla ayrı bir
durum. Syriza göreve, Yunanistan artık Brüksel’in politikalarının ve
ülkeyi yıkan Alman bankalarının parçası olmayacak diyen bir popüler
dalga ile geldi. Bu politikalar Yunanistan’ın borcunu üretimine oranla
arttırdı. Büyük olasılıkla genç nüfusun yarısı işsiz belki de nüfusun
yüzde 40’ı yoksulluk sınırı altında yaşıyor. Yunanistan tahrip edildi.




“Yani borçları kapatılmalı mı?”

“Evet aynen Almanlar gibi. 1953 yılında Avrupa Almanya’nın
borcunun çoğunu sildi. Ve böylece Almanya savaş zamanı oluşan hasarı
tamir edebildi.”




“Peki diğer Avrupa ülkeleri…?”

“Aynı hikaye.”



“Yani Portekiz’in borçları silinmeli mi? İspanya’nın borçları silinmeli mi?”

“Kim bu borca neden oldu? Ve kim kime borçlu? Bir bakıma borç diktatörler tarafından yaratıldı. Yani Yunanistan’da ABD’nin
desteklediği faşist bir diktatörlük vardı ve bu borcun büyük kısmını
oluşturdu. Borç bence diktatörlükten daha acımasız ve uluslararası
hukukta buna ödenmesi gerekmeyen Şaibeli Borç (Odious Dept) deniyor. Ve
bu özellikle Amerika Birleşik Devletleri tarafından çıkarlarına uygun
olduğunu için uluslararası hukuka konuldu. Geriye kalan borcun büyük
kısmı, buna Yunanistan’a ödenen deniyor, gerçekte yüksek faizli olmayan
son derece riskli krediler kullanan Alman ve Fransız bankalarına ödendi.
Şimdi bunları geri ödeyememekle yüzleşiyorlar.”




“Gil Gribaudo’dan bir soru sormak istiyorum. Varoluşsal sorunlarla
yüzleşen Avrupa kendini nasıl değiştirecek. Çünkü evet ekonomik kriz var
ve aynı zamanda milliyetçiliğin yükselişi ve aynı zamanda siz Avrupa’da
oluşan bazı kültürel fay hatlarından bahsettiniz. Avrupa’nın kendini
dönüştürmesini nasıl görüyorsunuz?”

“Avrupa’nın çok ciddi sorunları var. Bazı problemler Brüksel’deki bürokratların, Avrupa Komisyonu’nun ve bunun gibi NATO’nun
ve çoğu Alman, büyük bankaların baskısının sonucu oluştu. Bu
politikalar tasarımcıları açısından mantıklı. Riskli, tehlikeli krediler
ve yatırımlar için geri ödeme istiyorlar ve bir diğer şey ise bu
politikalar refah devletini aşındırıyor olmasıdır ki bunu zaten hiçbir
zaman sevmezler. Fakat refah devleti Avrupa’nın modern topluma en büyük
katkısıdır. Zengin ve güçlü bunu hiçbir zaman sevmez. Politikaların bunu
aşındırması kendi bakış açıları bakımından iyidir. Avrupa’da başka bir
problem var. Aşırı derecede ırkçı. Her zaman Avrupa’nın Amerika Birleşik
Devletleri’nden daha ırkçı olduğunu düşündüm. Avrupa’da bu görünür
değil çünkü geçmişte Avrupalı toplumlar oldukça homojen olma
eğilimliydi. Yani herkes sarışın ve mavi gözlü bu yüzden ırkçılığı
görmüyorsunuz. Ama ne zaman ki toplum değişmeye başladı ırkçılık tekrar
ortaya çıktı. Çok hızlı bir şekilde. Ve bu Avrupa’da ciddi bir kültürel
problem.




“Çok kısa bir süremiz var Robert Light’dan daha pozitif bir not ile bitirmek istiyorum. Kendisi soruyor, size ne umut veriyor?

“Bana umut veren konuştuğumuz birkaç şey. Latin Amerika’nın
bağımsızlığı örneğin. Bunun tarihi bir önemi var. Panama’da yapılacak
Amerika Zirvesi’nde bunu göreceğiz şimdi. Daha önceki toplantılarda
Birleşik Devletler tamamen izole edilmişti. Bu Amerika’nın Latin Amerika
işlerine karıştığı 10 veya 20 yıldan bu yana radikal bir değişim.
Aslında Obama’nın Küba’ya dönük jestlerinin nedeni, Amerikalıların,
Birleşik Devletlerin izolasyonunu kaldırmak. ABD
izole edilmişti Küba değil. Ve büyük olasılıkla bu başarısız olacak,
göreceğiz. Avrupa’daki optimizmin sinyalleri ise Syriza ve Podemos. En
sonunda bürokrasi ve bankalardan gelen ezici, yıkıcı, ekonomik ve sosyal
politikalarına karşı halk ayaklanması oldu. Ve bu umut veriyor. Vermeli
de.”